Doç. Dr. Murat A. Karavelioğlu İle Klasik Türk Edebiyatı Sohbeti


Doç. Dr. Murat A. Karavelioğlu İle Klasik Türk Edebiyatı Sohbeti

Sayın Hocam Merhaba, hoş geldiniz. Sizi, klasik Türk edebiyatı üzerine yapmış olduğunuz değerli araştırmalarını ile tanımaktayız. İsterseniz en başından başlayalım. Türk edebiyatının başlangıç dönemi ile ilgili kısaca bilgi verir misiniz?

Türk edebiyatı, dünya edebiyatları arasında en köklü ve en yaygın edebiyatlardan biridir. Bu edebiyatın ilk yazılı örneklerine 8. Yüzyılda Orta Asya’da, bugünkü Moğalistan topraklarında bulunan Orhun Abideleri’nde rastlanır. 8. Yüzyılda, biri Göktürk hakanlarından Bilge Kağan adına, diğeri onun kardeşi Költigin anısına yazılmış olup üçüncüsü ise Göktürklerin ünlü ve bilge veziri Tonyukuk tarafından yazdırılmıştır. Her üç anıt da Türkçe ve Çince olmak üzere Yolluğ Tigin adında bir edip tarafından kaleme alınmıştır. Bu taş eserlerde kullanılan dil ve üslup, Türklerin bunlardan çok daha önceden beri yüksek seviyede bir edebiyata sahip olduklarını ispatlar. Bundan sonra Uygur Türklerinin daha çok dini metinler olan bazı yazılı eserleri günümüze kadar ulaşmıştır. Göktürk, Hun, Saka ve Kırgız Türklerinin destanları, sonradan yazıya geçirilmiş olsalar da büyük edebi eserler olarak önemlidirler.

Bundan sonra Türk edebiyatının gelişimi nasıl bir seyir izlemiştir?

Türk edebiyatı, Doğu Türkçesi ve Batı Türkçesi olmak üzere Türkçenin iki büyük kolunda gelişmiştir. Doğu Türkçesi, bugünkü Moğolistan, Kazakistan, Kırgızistan, Türkmenistan, Özbekistan, Tacikistan, Pakistan, Afganistan, Kuzey Hindistan ve İran toprakları gibi çok geniş bir coğrafya üzerinde uzun asırlar konuşulmuş, yazılmış ve büyük edebi eserler meydana getirilmiştir. Özellikle Türklerin 9. Yüzyıldan itibaren İslam dinini benimsemeye başlamalarıyla birlikte dini içerikli manzum ve mensur eserler yoğun olarak kaleme alınmıştır. Doğu Türkçesi sahasında öne çıkan edebi dönem, 15. Yüzyılda zirveye ulaşmış bulunan Çağatay edebiyatı dönemidir. Yüzyılın ortalarında aynı zamanda şair olan Hüseyin Baykara ile en güçlü dönemini yaşayan Çağatay devleti, Türk edebiyatı tarihi içinde ayrı bir öneme sahiptir. Hüseyin Baykara’nın arkadaşı ve veziri olan Ali Şir Nevai, edebiyatımızın en güçlü isimlerinden biridir. Onun, her biri birer şaheser sayılan beş adet Divanı, Muhakemetü’l-lugateyn, Mizanü’l-evzan gibi eserleri bugün elimizdedir ve bilimsel yayınları yapılmıştır. Nevai sadece bir şair değil, filolog, tezkire yazarı ve devlet adamıdır. Yaklaşık bir asır sonra, 16. Yüzyılda Kuzey Hindistan topraklarında güçlü bir Türk devleti kuran Babür Şah da Çağatay Türkçesinin büyük yazar ve şairlerindendir. Özellikle Hatırat’ı, edebiyatımızın bu alandaki en önemli eserlerinden biridir.



Sayın Hocam, Doğu Türkçesi sahasında durum bu iken Batıda nasıl bir gelişme çizgisi takip edilmiştir?

Doğuda her ne kadar güçlü bir edebiyat geliştirilmiş olsa da Türk edebiyatının her bakımdan en verimli devresi, Batı Türkçesi ile verilen eserlerle kendisini gösterir. Biz bugün 12. Yüzyıldan sonlarından itibaren başta Anadolu toprakları olmak üzere Azerbaycan ve Ortadoğu’da gelişen ve Türkçenin tarihi bir dönemi olan Türkçeye genel anlamda Batı Türkçesi adını veriyoruz. Uzun asırlar içinde Balkanlar ve Avrupa’nın bir bölümünün de Osmanlı hâkimiyeti altına girmesiyle buralar da Türkçe eserler verilen yerler arasında yer almıştır. 12-14. Yüzyıllarda Anadolu’da okunan, yazılan, konuşulan Türkçeye Eski Anadolu Türkçesi adı verilir. Bu dönemde Batı Türkçesi edebiyatı henüz emekleme dönemini yaşamaktadır. Yazılan eserlerin büyük bir kısmı Farsça’dan tercüme edilen eserlerdir. Fakat bunlar, hiçbir zaman salt bir tercüme şeklinde olmamış, yazar daima kendinden bir şeyler katarak tercüme ettiği eseri telif bir eser kimliğine sokmayı başarmıştır. 15. Yüzyılda, sonradan Divan edebiyatı adı verilecek olan edebiyatın güçlü temelleri atılmıştır. Asrın ilk yarısında aynı zamanda doktor olan Şeyhi yetişmiştir. Dönemin bilime ve edebiyata önem veren padişahlarının başında II. Murat gelir. Onun padişahlığında Farsça ve Arapçadan çok sayıda tercüme yapılmıştır. Onun oğlu II. Mehmet (Fatih) her bakımdan büyük bir padişahtır ve divan sahibi bir padişahtır. Sarayı, bilim, sanat ve edebiyat adamlarının toplandığı bir yer olmuştur. Ünlü şair Ahmet Paşa, aynı zamanda arkadaşı ve veziri idi. Fatih’in oğlu II. Beyazıt, savaştan hoşlanmayan bir padişahtı. Aynı zamanda şair olan bu hükümdarın döneminde de diğer sanatlarda olduğu gibi edebiyat alanında da büyük bir gelişme kaydedildi. Başta Necati olmak üzere Zati, Mesihi, Vasfi, Müniri, Revani, Mihri Hatun, Sehi gibi şairler bu dönemde yetişmişlerdir. Artık aruz kusurları en aza indirilmiş ve Türkçe, aruzla şiir yazılan bir dil haline gelmiştir.

Sayın Karavelioğlu, bilindiği gibi 16. yüzyıl, Türk edebiyatının ve Türk sanatının zirve dönemi olarak bilinir. Siz nasıl değerlendiriyorsunuz?

Kurallarını oturtmuş ve kuruluşunu tamamlamış olan Divan edebiyatı 16. Yüzyılda en görkemli dönemini yaşamıştır. Bunda, devletin her bakımdan en güçlü dönemi olmasının da etkisi bulunmaktadır. Mimari, hat, tezhip, minyatür gibi güzel sanat dallarında da bir zirve dönemi idrak edilmiştir. I. Selim (Yavuz)’in kısa padişahlığının aksine şair sayısında büyük bir artış olmuş, başta padişah olmak üzere devlet adamları ve çeşitli meslek gruplarından insanlar şiirle ve edebiyatla uğraşmışlardır. Kanuni Sultan Süleyman’ın 46 yıl gibi uzunca bir zamana yayılan padişahlığı divan edebiyatının en görkemli dönemi olarak bilinir. Onun, “zamanımda Sinan gibi bir mimar, Baki gibi bir şair yetiştiği için bahtiyarım” dediği bilinmektedir. Bu dönemin ünlü şairleri arasında Baki, Hayali, Zati, Taşlıcalı Yahya, Şem’i, Fuzuli, Lamii Çelebi sayılabilir. Bu dönemde nesir sahasında ve Mesnevi vadisinde eser veren isimler çoğalmıştır. Türk edebiyatının başlıca kaynakları arasında yer alan şuara tezkireleri ilk kez bu yüzyılda görülür. Anadolu sahasında yazıldığı bilinen ilk tezkire Sehi Bey’in Heşt Behişt isimli tezkiresidir. Latifi, Âşık Çelebi, Ahdi, Hasan Çelebi, Beyani ve Gelibolulu Ali’nin tezkireleri diğer kaynak eserler arasındadır.

Bu görkemli asrın ardından devletin duraklama dönemine girdiği malum. Edebiyat, bundan nasıl etkilenmiş?

Osmanlı Devleti’nin duraklama dönemi olarak kabul edilen 17. Yüzyılda edebiyatta bir duraklama yaşandığı söylenemez. Asrın başında büyük kaside şairi Nef’i yetişmiştir. Türk edebiyatının en gür seslerinden biri olan Nef’i’nin kasideleri, Türk kaside edebiyatının ve hiciv edebiyatının zirvesi kabul edilir. Her ikisi de şeyhülislam olan Yahya ve Bahayi, gazel nazım şeklini başarıyla kullanan şairler olarak karşımıza çıkar. Bir mektep ve okul, yani bir ekol olan Neşati, yüzyılın yapıcı ve eğitici şairlerindendir. Rübai nazım şeklinin edebiyatımızdaki en önemli temsilcisi olan Azmizade Haleti de yine bu yüzyılda yaşamıştır. Asrın ikinci yarısı Nabi’nin dönemidir. Hikmetli ve nasihat içerikli şiirin en büyük temsilcisi olan Nabi, hacimli bir divana sahiptir. Hayrabad ve Hayriyye isimli mesnevileri ise ölümsüz eserleri arasındadır. Böylece Nabi, uzun zaman kendisinin yolundan gidecek olan şairlerin de üstadı kabul edilmektedir. Başta Koca Ragıp Paşa olmak üzere, Sabit, Münif, Rami Mehmet Paşa ve Seyyid Vehbi gibi şairler onun yolundan gitmişlerdir. Nabi, Sabit, Ganizade Nadiri ve Nevizade Atayi mesnevi şairleri arasında yer alırlar. Asrın nesir yazarları arasında ise Veysi, Nergisi, Evliya Çelebi, Koçibey, Peçevi, Naima, Sarı Abdullah Efendi ve Kâtip Çelebi’yi anmak gerekir. Riyazi, Kafzade Faizi, Güfti, Asım gibi yazarların kaleme aldıkları şairler tezkireleri bu dönemin nesir eserleri arasındadır. 17. Yüzyılda halk edebiyatı da büyük bir gelişme göstermiştir. Son araştırmalar Karacaoğlan’ın bu dönemde yaşadığını ortaya koymuştur. Kâtibi, Kayıkçı Kul Mustafa, Gevheri ve Âşık Ömer gibi saz şairleri yine bu dönemdedir. Tekke edebiyatında Aziz Mahmut Hüdayi ve Niyazi-i Mısri’yi özellikle hatırlamak gerekir. 17. Yüzyıl halk hikâyeciliği bakımından da önemlidir. Kerem ile Aslı hikâyesi ile Âşık Garip hikâyesi bu yüzyılda yazılmıştır. Karagöz anlatıları da yine bu döneme aittir.

Hocam, 18. yüzyıla gelindiğinde her alanda bir gerileme olduğu görülüyor. Bunun edebiyatı yansıması olmuş mu? Yoksa yine büyük şair/yazarlar yetişmiş, büyük eserler verilmiş mi?

18. yüzyıl, Osmanlı Devleti’nin her bakımdan bir gerileme dönemi olarak bilinmektedir. Bunun, edebiyat sahasına da elbette bir yansıması olmuştur. Bu doğal bir durum olmakla beraber yine de büyük edebiyatçıların varlığını görüyor, az da olsa büyük eserlerin yazıldığına şahit oluyoruz. Bu yüzyılın başında ve sonunda iki büyük şair yetişmiştir. Bunlardan ilki, Lâle Devri şairlerinden Nedim; ikincisi ise Şeyh Galip’tir. Nedim, kendine has üslubuyla büyük bir şairdir. Şiirlerine İstanbul’u ve somut sevgiliyi sokmuş, konuşma diline yaklaşan üslubuyla Türkçenin en büyük şairlerinden biri olmayı başarmıştır. Kendisi mahallileşme akımının da önemli temsilcilerindendir. Tarzıyla kendisinden sonra gelen birçok şairi etkilemiştir. Asrın diğer divan şairleri arasında Nahifi, Osmanzade Taib, Kâni ve Koca Ragıp Paşa’yı sayabiliriz. Divan edebiyatının son büyük sesi Şeyh Galip olmuştur. Divanı ve Hüsn ü Aşk mesnevisi, Türk ve dünya edebiyatının şaheserleri arasındadır. Mesnevi yazıcılığı, tarih yazıcılığı ve tezkirecilik bu yüzyılda da devam etmiştir. Salim, Safai, İsmail Beliğ, Şeyhi, Esrar Dede, Ramiz, Safvet, Mehmet Emin ve Akif’in tezkireleri edebiyat tarihi açısından çok önemli eserlerdir. Bütün bunlara rağmen 18. Yüzyıl her alanda olduğu gibi edebiyat alanında da bir gerilemenin göze çarpmaya başladığı yüzyıl olmuştur.

Ve çöküş dönemi… Sanırım klasik Türk edebiyatı için de bir çöküşten söz edebiliriz. Siz neler söylersiniz?

Ne yazık ki 19. Yüzyıl, devlet ve toplum için çöküşün yaşandığı yüzyıl olmuştur. Güzel sanatların ve tabii olarak edebiyatın böyle bir buhran ve kaos devresinden öyle yahut böyle etkilenmemesi düşünülemez. Bu yüzyılda edebiyatı, yaşamın adeta bütününü belirleyen Tanzimat Fermanı tayin etmiştir. Toplumun her kademesinde hissedilen Batı etkisi, edebiyata da yansımış ve birkaç zayıf Divan şairi dışında eski tarzda şiir yazan şair yetişmemiştir. Bu isimler arasında Enderunlu Vasıf’ı, Keçecizade İzzet Molla’yı, Akif Paşa’yı ve Şeyhülislam Arif Hikmet Bey’i sayabiliriz. Batılılaşmanın etkisiyle kadın şair sayısında bir artış gözlemlenmektedir. Leyla Hanım, Şeref Hanım, Adile Sultan bu isimlerdendir. Divan şiirini canlandırmak üzere kurulan Encümen-i Şuara’nın ise pek başarılı olduğu söylenemez. Asrın ikinci yarısında yeni edebiyat akımları ortaya çıkmış, Batı etkisi ile dilde, edebiyatta ve matbuatta köklü değişimler meydana gelmiştir. Böylece Divan edebiyatının etkisini tamamen kaybettiği ve tarihteki yerini aldığı söylenebilir.

Hocam, verdiğiniz değerli bilgiler için çok teşekkür ediyorum. Yeni bir sohbette daha görüşmek dileği ile...

Doç. Dr. Murat Ali Karavelioğlu ile yapmış olduğumuz klasik Türk edebiyatına genel bir bakış sohbetinin, benim açımdan çok yararlı ve verimli geçtiğini söylemeliyim. Siz kıymetli okuyucular için de öyle olduğunu umuyorum. Sayın Karavelioğlu ile yeni edebiyat sohbetlerimizin olacağını müjdeler, saygılar sunarım. Cüneyt Âsım




Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Türkçe Adult Oyunlar Forumu

Teknik Servis Yönetiminde Yenilikçi Çözümler

ZEUS Personel Devam Kontrol Sistemi Çözümleri